Malta, başka hiçbir yere benzemez. Burada tarih öncesi tapınaklar, fosillerle dolu yamaçlar, parıldayan koylar ve heyecan verici dalış noktaları bulacaksınız. Başkenti Valletta olan bu güzel ülkenin nüfusu 411,277 civarında ve hem Maltaca hem İngilizce konuşuluyor.
Avrupa’nın güney ucunda bulunan üç küçük adadan oluşuyor olmasına rağmen Malta, zengin tarihi ile ağırlığı olan bir ülke. Malta sizi tarihi taş tapınaklarıyla ve Arap kültürü ile kesişmiş, Sicilya’dan ilham almış mutfak kültürü 1950’lerin İngiltere’sine sahip atmosferiyle sizi kesinlikle çok şaşırtacak.
Valetta ve diğer üç şehir büyük kiliseleri, zarif sarayları ve bal rengi kireçtaşından surlarıyla görülmeye değer yerler. Bu arada yakında bulunan Sliema ve St Julian ise restoran ve barlarla dolu, eğlenmek için uğranabilecek yerler. Kuzey batıdaki Gozo’yu da unutmamak gerek. Bu kırsal yerde hayat biraz daha yavaş ve Dwejra sahil şeridinde rahatlayıp biraz huzur bulmak için harika bir nokta.
Malta’nın başkenti Valetta küçük bir kent boyutlarında ve yürüyerek çok rahat keşfedilebilecek bir yer. Zarif ve uzun evler, cam ve ahşaptan yapılmış balkonları ile oldukça havalı bir görüntü sergiliyorlar. Tepeli şehrin birçok yeri o kadar dik ki çok fazla merdiven görmeniz mümkün. Ancak o merdivenleri çıkmaya başladığınızda ve arkanıza dönüp baktığınızda manzara oldukça hoşunuza gidecek.
Gozo’daki Dwejra sahil şeridi denizin ve rüzgarın etkisiyle adeta birer sanat eserine dönüşmüş kaya formasyonlarıyla dolu. Buradan isterseniz bir bot gezisine katılabilir ve “Azure Window” adı verilen kayalardan oluşan inanılmaz güzellikte, denize açılan kemeri görmeye gidebilirsiniz. Aynı zamanda bu bölgede bulunan iç deniz yüzmek, şnorkelle gezmek için oldukça uygun ve deniz oldukça sakin.
Victoria isimli küçücük, etrafı duvarlarla örülü bu kent, adaya yapılan istilalar döneminde inşa edilmiş. O dönem neredeyse bütün Gozo halkı köle olarak götürülmüş. Saklanmak için her gece neredeyse 3000 kişi Victoraia’da uyurmuş. Bütün bunları daha detaylı öğrenmek istiyorsanız mutlaka uğramanız gereken yerlerden biri.
Hagar Qim ve Mnajdra Tapınakları İÖ 3600 ila İÖ 3000 yılları arasında yapılmış. Bu yapılar dünyanın en eski kendiliğinden ayakta kalmış taş yapıları olarak biliniyor. Yani bu yapılar neredeyse Mısır piramitlerinden 500 yıl daha yaşlı. Tapınakların bulunduğu yerler ise sahil şeridinin tepelerinde ve inanılmaz bir manzaraya sahip. Özellikle de bahar zamanı çiçekler açmaya başladığında.
Vittoriosa yerel olarak Birgu adıyla biliniyor. Üç şehrin en heyecan vericisi olarak tanımlanıyor. Bu küçük şehir, ufak bir toprak parçasında askıda gibi duruyor. Harika bir manzarası olan şehir içerisinde mükemmel bir şekilde korunmuş tarihi sokaklar bulunduruyor. Normalde Knight of St John’un orijinal evi olarak biliniyor ancak bu şehir bir müze gibi görünse de, yaşayan, nefes alan hayat dolu bir kent. Ekim ayında Birgu’yu ziyaret edebilirseniz mum ışıkları içerisinde bir şehri görme ayrıcalığına sahip olursunuz.
Küçük bir sahil kasabası olan Marsaxlokk her Pazar ağzına kadar dolu oluyor. Yerliler ve turistler balık pazarını ziyaret ediyor ve inanılmaz çeşitlilikteki balık türlerinden satın alabiliyor. Şehrin limanı rengarenk boyanmış ve her birinde Osiris’in gözünün boyandığı balıkçı tekneleriyle oldukça güzel bir manzara oluşturuyorlar. Burada sahile dizilmiş lokantalarda uzun ve tembel bir öğlen yemeği yiyebilir ve keyfinize bakabilirsiniz.
Comino küçük, kayalıklarla dolu bir ada. Ancak tarihi oldukça yüklü. Zamanında kaçakların saklandığı, kolera zamanı tecrit yeri ve hapishane kampı olarak bile kullanılmış bir yer. Ancak günümüzde çok sayıda turist Blue Lagoon’u görmeye geliyor. Gerçek dışı bir mavilikteki bu deniz havuzu eğer kalabalık değilken görülme şansı elde edilebilirse nefes kesici bir yer. Camino aynı zamanda yürüyüş yapmak ve patikanın sonundaki 17. yüzyıldan kalma gözlem kulesini görebileceğiniz bir yer.
Burada yemek yemeğe mutlaka zaman ve bütçe ayırmalısınız. Tatmanız gereken yemeklerden bazıları; “Bragioli”, “Fenek”, “Ftira”, “Gbejniet” ve Pastizzi. “Kinnie” adındaki hafif ekşi portakal ve aromatik baharatlardan yapılmış yerel içeceği de denemenizi tavsiye ederiz.
Malta’nın en kalabalık zamanı haziran ve ağustos ayları. Birçok otel dolu ve sahiller oldukça kalabalık oluyor. Gündüz sıcaklığı 35 dereceye kadar ulaşabiliyor. Nisan ve haziran ayları arası ve eylül ve ekim aralıkları ılık ve güneşli, aralıklı yağmurların yağdığı ve denizin yaza göre daha sıcak olduğu dönemler. Kasım ve şubat ayları sıcaklıklar 12-18 derece arasında oluyor. Ocak ve şubat ayları ülkenin en soğuk olduğu zamanlar. Ancak yeni yıl ve Noel zamanı kısa süreli de olsa bir yoğunluk yaşanıyor.
Valletta
1 Kilometrekare İçinde 320 Anıt Valletta, yarım milyon nüfusu ile birlikte Avrupa Birliği’ne üye bir devlet olan Malta’nın Başkenti. İtalya’nın Güney Sicilya Bölgesi’nde bulunuyor. Nüfusu yaklaşık olarak 7.000 olan Valletta, Malta’nın ana adasının kuzeydoğusunda yer alıyor. Ancak bu rakama bakarak buranın önemsiz olduğunu düşünmemelisiniz. Burası yıllardır UNESCO Tarihi Miras Listesi’nde yer alıyor. Hem de 1 kilometrekare içinde, hepsi birbiri ile uyum içerisinde olan 320 anıt bulunuyor! Valletta, 1566 yılında Knights Hospitallers (Saint Jean Şövalyeleri) tarafından kurulmuş. Burası Osmanlıların başarısız olan kuşatmasından hemen sonra oluşmuş. Küçük bir şehir olan Valetta, çoğunlukla Barok Tarzı’nda evler (genellikle krem renkli), saraylar, kiliseler, müzeler, kaleler ve tabyalarla inşaa edilmiş. Dolambaçlı sokaklar ile dar sokakları birbirine bağlıdır. Şehrin her iki tarafından bir liman çevrili ve bu durum Valletta’yı, Avrupa’nın en güzel başkentlerinden birisi yapıyor. Burada görülmesi gerekenler listesi oldukça uzun. Ancak görülmesi gereken bazı yerleri ortaya koyacak olursak, en azından St. John’s Co-Cathedral’ini, aynı zamanda müzesini ve ayrıca Grandmaster Sarayı’nı da içermelidir. Tabii ki de, sahilde ve eski şehir kısmındaki sokaklarda yürüyüş yapmak vaktinizi alacaktır ve yapılacak, görülecek birçok ilginç şeyle karşılaşacaksınız.