Şanlıurfa Gezi Rehberi

PAYLAŞ:

Peygamberler diyarı olarak bilinen ve Türkiye’nin en büyük yedinci şehri kabul edilen Şanlıurfa, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer almaktadır. Eski ve halk arasındaki kısa adıyla Urfa olarak da bilinmektedir. Kurtuluş Savaşı’nda halkının gösterdiği başarının hatırasından dolayı 1984 yılında “Şanlı” unvanını almıştır. Doğuda Mardin, batıda Gaziantep , kuzeyde Adıyaman, kuzeydoğuda Diyarbakır illeri ve güneyde Suriye ile sınırı vardır.

Peygamberler diyarı dediğimiz Şanlıurfa aynı zamanda efsanelerin şehridir.Bu efsanelerden biri Hz. İbrahim’in putları kırması üzerine Nemrut tarafından ateşe atılma emrinin verilmesi ve ardından anlatılan olaylardır. Hikayeye göre yakılan büyükçe bir ateşe atılan Hz. İbrahim 7 gün boyunca bu ateşte kalır ve sonra sağ olarak ateşin içinden çıkar. Bu yüzden olayın yaşandığı yer olan Urfa Balıklı Göl ve göl içindeki balıklar kutsal kabul edilir.

Şanlıurfa ve çevresinde Cilalı Taş Devri’nden bu yana yerleşim olduğuna inanılmaktadır. M.Ö. 11000 yılı civarında kullanılan ve dünyanın en eski mabedinin bulunduğu yerdedir. Kur’an, İncil ve Tonah’ta (Eski ahit/Tevrat) adı geçen İbrahim peygamberin, doğum yeri olarak kabul edilir ve anısına cami de bulunmaktadır. Ayrıca Peygamber Eyüp’ün de (İncil ve Eski ahitte Job) doğum yeri olarak kabul edilir. Urfa kent merkezinin altında bugünkü Balıklıgöl’ün kuzeyinde yapılan bir keşif sonucu, Urfa kent merkezi tarihinin M.Ö. 9500’e Çanak-Çömleksiz Neolitik Dönem’e kadar uzandığı görülmüştür.

Tarihi boyunca Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hitit, Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Makedon (Hellenistik Dönem), Roma, Bizans gibi uygarlıkların egemenlikleri altında kalmıştır. 1516’da Osmanlı sınırları içine katılmıştır.I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlıların elinde olan Şanlıurfa, 1919’da önce İngilizler, ardından Fransızlar tarafından işgal edilmiştir.
11 Nisan 1920’de düşman işgalinden kurtarılmıştır. Cumhuriyet sonrasında 1924’te il olmuştur.

Şehrin gelir kaynakları arasında turizm dışında tarım, hayvancılık ve sanayi ürünleri vardır. Köklü geçmişi sayesinde, gurme turistlerin de ilgi odağıdır.

Gezilecek Yerler

Etnik mimarisi, kiliseden çevrilmiş camileri, mağaraları ve gölü ile mistik şehir Şanlıurfa’da gezilip görülecek bir çok yer bulunmaktadır. Bunlardan bazıları Balıklı Göl, Urfa Kalesi, Halfeti ve Harran olarak sıralanabilir.

Balıklıgöl

Şehir merkezinin güneybatısında bulunan Balıklıgöl (Aynzeliha ve Halil-Ür Rahman Gölleri), Şanlıurfa’da yerli ve yabancı turistler tarafından en çok ziyaret edilen yerlerden biridir. Sebebi ise içerisinde efsanelere konu olmuş sazan balıklarının yer almasıdır.

Bu balıklara halk tarafından saygı gösterilir ve kesinlikle yenilmez. Çünkü rivayete göre,İbrahim Peygamber devrin zalim hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, tek Tanrı fikrini savunmaya başlayınca, Nemrut tarafından bugünkü Urfa Kalesi’nin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Hz. İbrahim ateşe atıldıktan sonra, bir mucize gerçekleşir ve çevresi güllük gülistanlık olur. Ateşin suya, odunların da balığa dönüştüğüne inanılmaktadır. Bu mucizenin gerçekleştiği mekanın Balıklıgöl ve çevresi olduğu varsayılmaktadır.150 metre uzunluğa ve 30 metre genişliğe sahip gölde yaşayan sazan balıklarını avlamak yasaktır. Gölün derinliği ise 3.5 metre civarındadır.

Balıklıgöl’ün çevresinde farklı tarihi eserler de yer almaktadır. Örneğin, Balıklıgöl platosu içerisinde Urfa Kalesi de yer alır. M.Ö. 9500 yıllarına ait neolitik bir yerleşim höyüğü üzerine kurulmuştur. Kalenin yanı başında çıkarılan ve Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenen 11.500 yılık Balıklıgöl Heykeli kale dahil Balıklıgöl havzasının tarihini bilimsel olarak vermektedir.Kalenin üzerindeki korinth başlıklı iki sütun Edessa Karalı IX. MANU döneminde, M.S. 240-242 yılları arasında birer anıt sütun olarak yapılmıştır. Urfa Kalesi’nin, üç tarafı kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrilidir, kuzey tarafı ise sarp kayalıktır.

Fırfırlı Camii

Yeniyol olarak da adlandırılan Ali Fuat Bey Caddesi’nde yer alan Fırfırlı Camii,Oniki Havari Kilisesi olarak da adlandırılmıştır.Yapı, önceleri kilise olarak inşa edilmiştir. Kaynaklara göre Hıristiyanlık açısından büyük önem taşıyan ve Van bölgesindeki Varak Manastırı’nda bulunan “Varak Haçı” 1092 yılında Urfa’ya getirilerek bu kiliseye (Aziz Havariyun Kilisesi) yerleştirilmiştir.

Caminin mihrabı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre yapı, 1956 yılında kiliseden camiye dönüştürülmüştür.Caminin taş bezemelerinden ötürü de halk arasında Fırfırlı Camii olarak anılmaya başlanmıştır.

Cami, kesme taştan, üç nefli bazilika plan düzeninde inşa edilmiştir. Yapının batı cephesi ile köşe kulelerinde son derece güzel bir taş işçiliği olduğu göze çarpmaktadır. Naosun (ana ibadet mekanın) orta nefi kubbe ile, yan nefleri ise tonozla örtülmüştür. Bunlardan orta nef daha geniş olup, üzerini örten kubbenin yüksek kasnağı üzerinde 24 pencere yer almaktadır.

Yapının kubbe ve tonozlarında bazalt taşı, mukarnas başlıklı sütun ve kemerlerinde de kesme taş kullanılmıştır.Fırfırlı Camii’nin dikkat çeken yönlerinden birisi de yarım sütunlar ile dış cephelerdeki taş duvarlara sahip olmasıdır.

Balıklıgöl

“Saklı Cennet” ve “Kayıp Şehir” olarak da bilinen bu eski yerleşim yeri, yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgi gösterdiği önemli bir turizm alanıdır. Şanlıurfa merkezinin batısında, 112 kilometre uzağında yer almaktadır.Halfeti ilçesinin %80’i, Bilecik Barajı’nın yapımı sırasında sular altında kalmış ve burada yaşayan yerli halk 15 kilometre uzakta yer alan yeni bir yerleşim merkezine yerleştirilmiştir.

Kentin kayıp şehir olarak bilinmesi de taş evlerinin, camilerinin ve diğer kullanım alanlarının Fırat Nehri’nin altında kalmasından ileri geldiği söylenebilir.Halfeti ilçesi, Türkiye’den 11 şehrin, dünyada 208 şehrin dâhil olduğu, Uluslararası Koordinasyon Komitesi toplantısında ‘Cittaslow’ (Sakin Şehir) unvanını almıştır.

İlçe, M.Ö 855 yılında Asur kralı 3. Salmanassar tarafından kurulduğu zaman “Şitamrat” adını taşıyordu. Tarihi boyunca Hitit, Asur, Med, Pers, Makedon, Selevkos ve Partlar’ın idaresinde kalmıştır.Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara geçen Halfeti, zamanımızda da kullanılan “Urumgala” ve “Rumkale” adlarını alarak Halep Eyaleti’ne bağlanmıştır.
Osmanlı döneminde hudut şehri özelliğini kaybeden yerleşim, stratejik önemini kaybetmiştir. Şehrin nüfusunun 19. yüzyılda 5-l0 haneye kadar düşmesi ve Rumkale’nin harap olmasıyla yerleşim alanı Fırat’ın karşı sahiline nakledilmiş ve bugünkü Halfeti yerleşimi kurulmuştur. 1926 yılına kadar Birecik’e bağlı bir nahiye olan Halfeti, 1954 yılında ilçe haline getirilmiştir.

Halfeti geziniz sırasında ayrıca çevresinde yer alan Rumkale’yi, Kantarma Mezrası Hanı’nı, Rumkale’deki Aziz Nerses Kilisesi’ni, Gürkuyu (Norhut) Kilisesi’ni de görebilirsiniz.

Göbeklitepe

Şanlıurfa şehir merkezinin 17 kilometre doğusunda Örencik (Karaharabe) Köyü’nün 3 kilometre kuzeydoğusunda yer alan Göbeklitepe, ya da diğer bir deyişle Göbekli Tepe, adını bölgede bulunan taş yatır mezardan almaktadır.

Burası, günümüzden 12 bin yıl öncesine tarihlenen “Dünyanın En Eski Arkeolojik Tapınağı”dır. 80 dönümlük alana sahip olan ören yeri, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2005 yılında 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmiştir.

İnsanoğlunun ilk kez, Neolitik dönemde avcılık ve toplayıcılık ile birlikte tarıma yöneldiği, buradaki kazılarda ortaya çıkmıştır.İnsanoğlunun, yabani şekilde yetişen buğday, arpa, mercimek türü ürünleri ilk olarak burada deneme yanılma yoluyla ekmeye başladığı arkeologlar tarafından tespit edilmiştir. Yine bu dönemde hayvanların evcilleştirilmesi gerçekleştirilmiş, ilk dini ve sivil mimari örnekleri ortaya çıkmaya başlamıştır.Tüm bu özelliklerinden ötürü, Göbeklitepe sadece Türkiye’de değil, dünyada da çok ünlü bir sit alanıdır.

1995 yılında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Harald Hauptmann’ın danışmanlığında yüzey araştırmaları yapılmış ve 1996 yılından 2006 yılına kadar Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Klaus Schmidt danışmanlığında kazı çalışmaları sürdürülmüştür. Göbeklitepe’deki kazı çalışmaları 2007 yılından itibaren Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Klaus Schmidt tarafından yürütülmektedir.

Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında çöl varanı, sürüngen kabartmaları, ağzı açık ve dişleri korkunç bir şekilde betimlenen kurt kafaları, yaban domuzları,turna, leylek, tilki, ceylan, yabani eşek, yılan, akrep, yabani koyun, aslan örümcek ve kafası olmayan insan kabartması, erkeklik organı abartılı olarak tasvir edilmiş erkek heykelleri vardır. Bu bulgular, 12 bin yıl önce yerleşik hayata geçen bu dönem insanının inançlarını yansıtan önemli verileri oluşturmaktadır.Mimarlık tarihi, insanoğlunun avcı ve toplayıcı toplumdan yerleşik topluma geçmesi ile başlar. Ve Göbeklitepe’de bulunan 12 bin yıllık yapılar, mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

İnsanoğlunun tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağı, M.Ö. 5.000 yılına tarihlenen Malta Adası’ndaki tapınak olarak biliniyordu. Göbeklitepe yerleşiminin tespiti ile bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının günümüzden 12 bin yıl öncesine tarihlenen “Göbeklitepe Tapınağı” olduğu bilimsel verilerle kanıtlanmıştır.
Bu tespit ile birlikte arkeoloji tarihi yeniden yazılmaya başlanmıştır.

Harran

Harran, etimolojik yapısı itibariyle eski uygarlıklarda “yolların kavuştuğu yer” ya da diğer bir deyişle “kavşak” anlamına gelmektedir.  Önasya dili olan Akatça’daki “Harranu” sözcüğü ile “Seyahat ve Kervan” anlamına gelir.Sosyolojik ve tarihsel açıdan düşünüldüğünde ise, “medeniyetlerin doğduğu ve buluştuğu kent” anlamını içermektedir. Harran’ı sadece ilçe merkezi ile sınırlamadan çevresi ile birlikte gezmek, algılamak, anlamak ve tanımak gerekir.Harran, özellikle Assur Ticaret Kolonileri devrinde Anadolu ile sıkı ticari ilişkiler yürütmüş olan Assurlu tüccarların uğrak yeri olmuştur.

Harran’da görülmesi gereken ilk yerlerden biri Harran Kalesi’dir.Harran ilçesiningüneydoğusunda şehir suruna bitişik olarak inşa edilen iç kale, dikdörtgen planlı olup, köşelerinde onikigen kuleleri mevcuttur. İslami kaynaklarda kalenin yerinde bir Sabii tapınağının bulunduğundan bahsedilir. Emevi halifesi II. Mervan’ın 10 milyon dirhem altın harcayarak yaptırdığı sarayın, kalenin esasını oluşturduğu tahmin edilmektedir. 90×130 metre boyutlarındaki kale üç katlıdır.

Harran Höyüğü, bu çevrede görülmesi gereken ikinci önemli noktadır. 2003 yılından bu yana höyükte yapılan kazı çalışmalarında çeşitli devirlere ait eserler ortaya çıkarılmıştır.Kazılarda, Eski Tunç devrine ait figürin ve figürin başları, M.Ö. 1950 Eski Assur dönemine tarihlenen silindir mühürler, M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen Kral Nabuna’id’den ve Sin mabedinden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleri bulunmuştur. Höyük ve çevresi tarih öncesi çağlardan beri Halaf, Ubeyd, Uruk, Tunç Çağları, Hitit, Hurri, Mitanni, Assur, Babil, Helenistik, Roma, Bizans ve İslam devrinde de Emeviler, Abbasiler, Fatimiler, Zengiler, Eyyubiler ve Selçuklular gibi önemli uygarlıkların egemenliğinde kalmıştır. Kazılardan elde edilen eserler Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenmektedir.

Harran, dünyanın ilk üniversitelerinden birine sahip ilim ve irfanın merkezidir. Harran Üniversitesi, ünlü tıp ve matematik bilgini Sâbit bin Kurrâ’nın, dünyadan aya olan uzaklığı ilk olarak doğru hesaplayan ünlü astronomi bilgini El-Battani’nin, atomun ve cebir ilminin mucidi sayılan Cabir bin Hayyan’nın ve ünlü din bilgini Şeyhü’l İslam İbn-i Teymiyye gibi birçok bilim adamının yetiştiği ve ders verdiği okul olmuştur.Halen batı üniversitelerinde Tarihi Harran Üniversitesi’nde yetişmiş olan bilginlerin eserleri ders kitapları olarak okutulmakta ve adlarına kürsüler bulunmaktadır.

Harran, M.S. 640 yıllarında Halife Hz. Ömer zamanında İslam hakimiyetine geçmiştir. Harran, İslam devrinde Emeviler döneminde son halife 2. Mervan zamanında da bir süre başkent olmuştur.
İslam Devri’nin önemli eserlerinden olan Harran Ulu Cami veya Cennet Cami, Harran höyüğünün kuzeydoğu eteğinde yer alır. Caminin doğu cephesi mihrabı, şadırvanı ve minaresinin büyük bir bölümü korunmuştur. Türkiye’de İslam mimarisinde yapılmış en eski cami olan Harran Ulu Cami, M.S. 744-750 tarihleri arasında Emeviler devrinde Halife 2. Mervan tarafından yaptırılmış ve daha sonra çeşitli zamanlarda onarımlar görmüştür.

Harran’la özdeşleşen bir diğer şey ise Kümbet Evleri’dir.Harran’daki evlerin kubbe kısımlarının tuğla ile örtülmesinin iki sebebi vardır. Biri, bölgenin çöl olmasından dolayı ağaç malzemenin bulunmayışı, diğeri ise Harran’da bol miktarda bulunan tuğladır. Evlerin yüksekliği içeriden en çok 5 metreye varan kubbeleri, 30-40 tuğla dizisi ile örülmüştür. Örgüleri balçık sıva ile bağlanan kubbe ve duvarlar, içerden ve dışarıdan yine bu harçla sıvanmıştır.Harran evleri bölge iklimine uyumlu olarak yazın serin kışın sıcaktır.

Selahaddin Eyyübi Camii

Günümüzde Şanlıurfa’da, Yeniyol olarak da adlandırılan Vali Fuat Bey Caddesi’nde yer alanSelahaddin Eyyübi Camii’nin yerinde eskiden 457 yılında yaptırılan Aziz Youhanna (Vaftizci Yahya) Kilisesi bulunuyordu.Selahattin Eyyubi döneminde kısa bir süre cami olarak kullanılmıştır. 19. yüzyılın ortalarında, burada bulunan eski kilisenin üzerine bugünkü yapı inşa edilmiştir. Dönemi itibarı ile bölgedeki en büyük kilise olduğundan katedral olarak da adlandırılmıştır.Cami uzun yıllar harap durumda kalmış ve bir ara elektrik santrali olarak da kullanılmıştır.

28 Mayıs 1993’te onarımı yapılarak ibadete açılmıştır. Caminin yapı malzemesi kesme taş olup, plan itibarı ile mihraba paralel üç sahından (bölümden) oluşmaktadır. Caminin yapımında bazilika plan üslubu açıkça görülebilmektedir.Yapının üzeri, içten beşik tonoz; dıştan ise düz dam ile örtülüdür. Sahınların orta bölümü yan sahınlardan daha geniş ve daha yüksektir.Caminin girişi batı yönünde olup, son cemaat yeri de daha önceki kilisenin narteksinden yararlanılarak yapılmıştır.

İbadet mekanı oldukça geniş ölçüdeki pencereler ile aydınlatılmıştır.Yapı üzerindeki pencerelerin kenarlarında yer alan ve eski kiliseden kalmış olan yarım sütunlar ve birbirlerine dolanmış ejder kabartmaları halen görülebilmektedir.

Şanlıurfa Tarihi Çarşılar

Şanlıurfa şehri İstanbul, Bursa ve Edirne’den sonra kapalı çarşı açısından Anadolu’nun önde gelen illeri arasında yer almaktadır. Şanlıurfa’nın Osmanlı döneminden kalma tarihi hanları ve çarşıları eski ticaret merkezi olan Gümrük Han civarında yoğunluk göstermektedir.

Şanlıurfa Bedesten, Gümrük Han’ın güneyine bitişik olarak 1562 yılında inşa edilmiştir. Kapalı çarşı şeklindeki Bedesten, düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. Doğuda Han Önü Çarşısı’na açılan ana kapısı, Sipahi Pazarı’na açılan Batı kapısı, Pamukçu Pazarı’na açılan güney kapısı ve Gümrük Hanı’na açılan kuzey kapısı olmak üzere 4 kapısı bulunmaktadır. Çarşıda sağlı sollu iki sıra halinde uzayan dükkanlarda yöresel giysi ve aksesuarların satılmaktadır.

Şanlıurfa Sipahi Pazarı, Gümrük Han’ın batısına bitişik olarak inşa edilmiş, kapalı bir çarşıdır. Gümrük hanı ile aynı tarihte hana gelenlerin hayvanlarının barınması için yaptırılmış olduğu tahmin edilmektedir.Düzgün kesme taşlardan inşa edilmiş kuzey-güney istikametinde beşik tonozla örtülüdür. Dört kapısı vardır. Çarşı günümüzde Halıcılar Çarşısı olarak kullanılmaktadır.

Şanlıurfa Bakırcılar Çarşısı, her biri 15’er çapraz tonozla örtülü iki kapılı bir çarşıdır. 1887 yılında Hartavizâde Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. O dönemde halı, kilim, keçe ve benzeri şeylerin satıldığı yer olarak kullanılmıştır. Bir ara yemenici pazarı olarak kullanılmış ve son olarak Bakırcı esnafına tahsis edilmiştir.Şanlıurfa Kınacı Pazarı, Mençek Han’ın batısında yer alan ve kuzey güney istikametinde uzanan bir çarşıdır. Kuzey kesimi beşik tonozla örtülü, güney kesiminin üzeri ise açıktır.Şanlıurfa Pamukçuise Kınacı pazarının batısına paralel olarak uzanan, beşik tonozla örtülü bir çarşıdır. Günümüzde kuyumcular ve tekstilciler tarafından kullanılmaktadır.

Tektek Dağları Milli Parkı

Tektek Dağları Milli Parkı, Şanlıurfa’da 19.335 hektarlık bir alanda yer almaktadır. 2007 yılında milli park ilan edilmiştir.Şuayip Şehri, Soğmatar harabeleri ve Senem mağarası milli park bünyesinde yer almaktadır.

Şuayip Şehri, alandaki en önemli arkeolojik kalıntıdır. 3.-4. yüzyıla ait olan şehir, geniş bir alana yayılmıştır.
Kesme taştan kaya mezarlarının olduğu harabelerin etrafı surlarla çevrilidir. Yapıların çoğunluğu yıkılmıştır ancak bazı duvar ve temeller günümüzde halen ayaktadır ve görülebilmektedir.
Şuayb peygamberin bu şehirde yaşadığına inanılır ve bir mağara onun makamı olarak ziyaret edilmektedir.

Soğmatar harabeleri ise Şuayip Şehrinin 16 km kuzeyinde bulunmaktadır. Buradaki kalıntılar, Harran Sin kültürüne aittir.
Kalıntılar incelendiğinde buranın 2. yüzyılda kale olduğu anlaşılmıştır. Süryanice kitabeler bulunmaktadır. Asıl önemi Asur ve Babil temelli, gezegenlere tapan Pagan dini ve baş tanrısı Marelahe’nin merkezi sayılmasıdır. Bu dine ait açık hava mabedinde kurban ve ibadet yapılmaktaydı. Alanda bulunan kaya mezarları Romalılardan kalmadır.

Senem (Senemığar-Sanem) mağarası, Soğmatar harabelerinin 11 km kuzeyinde Tektek Dağları üzerinde bulunmaktadır.
Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarından kalma olan bu kaya oyma yapılar ve mimari kalıntılar görülmeye değerdir. Köy içerisinde bir tepe üzerindeki üç katlı kesme taşlı yapının saray veya manastır olduğu düşünülmektedir.

Tektek Dağları Milli Parkı’nda doğa yürüyüşüne çıkıldığında
ise melengiç, peygamber çiçeği, gelincik, kekik, sütleğen, papatya ve köygöçüren gibi bitkilerle karşılaşılabilmektedir. Ayrıca ceylan, varan, vaşak, tavşan, tilki, kurt, toy, mezgeldek, kınalı keklik, turna, şahin, atmaca, üveyik, kaya güvercini, kızkuşu, tepeli toygar, bağırtlak, karga, leylek, ibibik, sığırcık ve serçe gibi hayvan türleri de bu parkta yaşamaktadır.

Milli park alanında tesis ve konaklama olanağı mevcut değildir.

Yorumda Bulun